İslam ve Çevre*
Soru: İslâm inanç esasları açısından çevre ahlâkı ne kadar önemlidir. Bu çerçevede içerisinde İslâm’ın bireye yüklediği sorumluluklar nelerdir.
İslâm’ın çevre ahlâkını üç temel kavramı merkeze alarak tartışabileceğimizi zannediyorum. Bunlar tevhîd, halife ve âhiret. Müsaadenizle bu kavramların ifade ettiği manayı açık kılmaya çalışayım.
Tevhîd birleştirme, bir kılma, bir sayma, Allah’ı birleme manalarının yanında; Bir’i isteme, Bir’i çağırma ve her şeye O’ndan ötürü alâka duymayı ifade eder. Bu manasıyla tevhîd Varlığın, yani insanlığın, hayvânâtın, nebâtâtın (bitkilerin) ve dahi cemâdâtın (madenlerin) birliğini iktiza ederken mahlûkâtı bizatihi varoluşundan ötürü değerli kılar. Modern insana göre insan canlı değilken bizim nezdimizde ise otlar da taşlar da canlıdır bu yüzden. Hilafet ise Cenab-ı Hak’ın insanoğluna bahşettiği yeryüzü vekilliği vazifesidir. Halife kendi arzularına göre değil, Allah’ın emirlerine göre hükümranlığını yürütür; o, bireysel heveslerinden geçip kendi iradesini ilâhî iradeye teslim ettiği için Allah’ı temsil edebilmektedir. Bu nedenle ona Allah’ın kulu (‘abd) denir. Bu vasfıyla o, mahlukatı ilâhiyeye hürmet etmek, ona karşı haddini aşmamak ve dahi onu korumak ile vazifelidir. Ahiret inancı ise dünyada yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimizi hatırlatır. Çevreye vereceğimiz herhangi bir zarar hem kul hakkını hem de Allah hakkını kapsar. Bu inancı taşıyan bir mü’min ise bu hakkı çiğnemekten ictinab eder. Çevre ahlakıyla ilişkilendirdiğimiz bu temel kavramların aynı zamanda inanç esaslarımızın temelini teşkil ediyor olması zannediyorum İslâm dininin bu meseleye ne kadar önem atfettiğini açıklamaya yetiyor.
Soru: Çevre ahlakı İslâm’da merkezi bir yer iştigal etmesine rağmen İslâmi olarak nitelendirilen ülkelerde ve özellikle de ülkemizde durumun diğer dünya ülkelerinden pek farklı olmadığı görünüyor. Bu çelişkiyi nasıl açıklarsınız.
Bu problem homo economicus’un yani modern insanın bir problemidir. Evrenin beş milyar senelik ömrünün son demlerinde, 18 yy. da sanayi devrimiyle birlikte çevre problemleriyle tanıştık. Bu dönemlerde sosyal darwinizme dayandırılan sömürgecilik, üstün kültür, medenileştirme misyonu ve savaşlarda kitle imha silahlarının kullanılması âdiyattan sayıldı. İlk defa batı toplumları zenginleşme idealiyle ortaya çıktı. İhtiyaç için tüketimin yerini lüks, sefahat ve statü için tüketim aldı. Dünyanın %20’sini teşkil eden “üstün ırklar” dünya kaynaklarının %80’nini kontrol altına alırken dünyanın %80’ini teşkil eden koca nüfus açlık ve sefaletle yüzleşti. Söz gelimi Amerika birleşik devletlerinde yıllık 1.75 milyon nüfus artışının ekolojik sisteme olan zararı gelişen ülkelerdeki yıllık 85 milyon nüfus artışının verdiği zarardan fazla. Yani günümüzdeki çevre problemleri ne nüfus artışının bir sonucu ne de kutsal metinlerin yanlış anlaşılmasından kaynaklanıyor. Bu problemin temel nedeni uzun zamandan beri uygulana gelen batılı seküler ekonomik değerlerdir.
Söz gelimi Amerika birleşik devletlerinde yıllık 1.75 milyon nüfus artışının ekolojik sisteme olan zararı gelişen ülkelerdeki yıllık 85 milyon nüfus artışının verdiği zarardan fazla. Yani günümüzdeki çevre problemleri ne nüfus artışının bir sonucu ne de kutsal metinlerin yanlış anlaşılmasından kaynaklanıyor. Bu problemin temel nedeni uzun zamandan beri uygulana gelen batılı seküler ekonomik değerlerdir.
Peki Allah’ın halifesi unvanına sahip müminler üzerine düşeni yapabildi mi bu süreçte. Maalesef bu soruya vereceğimiz cevap olumsuzdur. Geri kalmışlık psikozuyla batılı değerlere entegre olmak için adeta birbirimizle yarıştık ve yarışıyoruz. Egemen düşünce yapılarını evrenselmişçesine inançlarımıza adapte etmeyi bir düşünme faaliyeti saydık. Bize yol göstermesi gereken ilahi hikmetin, yani dinlerin yerini “seküler modern değerler” aldı. O kadar ileri gittik ki en çok israfın yapıldığı ay olarak ramazan ayı kayıtlara geçti. Biz de tüketim çılgınlığına ortak olduk.
Question: Have religious people not fully fulfilled the requirements of their beliefs?
İtikadi ile ameli olan arasındaki farka vurgu yapmaktan ziyade bir farkındalık sorununa işaret etmek isterim. Bir mü’minin günahından tövbe edebilmesi için öncelikle günahının farkında olması gerekir. Ben günümüz Müslümanlarının böyle bir günahı irtikab ettiklerinin farkında olmadığını düşünüyorum. Söz gelimi hayvanata ve nebatata zarar vermek, havayı ve suyu kirletmek, yeme içme ve barınma ihtiyaçlarını karşılarken tasarrufu terk edip israf etmek yüz kızartıcı günahlarımız arasında değil. Ülkemizde yaşanan çevre sorunları hayatı tehdit eder hale gelmesine rağmen öncelikli sorunlarımız arasında yer almıyor. Daha önemli gündemlerimiz var. 2009 yılında üniversite öğrencileri arasında düzenlediğimiz ankette terör, siyasi istikrasızlık, işsizlik, çevre ve eğitim gibi problemleri önemliden önemsize doğru sıralamalarını istediğimizde katılımcıların %80 çevre sorunlarını son sıraya yerleştirdiler. Bu da şunu gösteriyor ki kısa vadeli sorunlarımız bizi yeterince meşgul ediyor.
Bu durum bana haşlanmış kurbağa sendromunu hatırlatıyor. Şöyle ki; bir kurbağayı kaynar suyun içine atarsanız kendini hemen dışarı atar. Ancak, aynı kurbağayı ılık suyun içine koyarsanız öylece kımıldamadan duracaktır. Suyu alttan yavaş yavaş ısıttığınız takdirde kurbağa hiçbir şey yapmaz. Yükselen sıcaklıkta kurbağa gittikçe daha çok sersemler, ta ki sudan dışarı çıkacak hali kalmayıncaya kadar. Kaçmak için hiçbir engel olmadığı halde dışarı atmaz kendini, atamaz. Haşlanıp pişer. Çünkü kurbağanın sinir sistemi ani değişikliklere programlanmıştır; yavaş, tedrici değişimlere değil.
Burada enbiya sure-i celilesinde zikredilen “İnsan, yaradılışça çok acelecidir” [ Ḣulika-l-insânu min ‘acel(in) ] ayeti hatırlanmalı. Bu yönüyle insan aktüalite ve güncelin sığlığı içerisinde kayboluverir bile isteye. Akıbetini ve ahiretini unutuverir günlük telaşelerin ve koşuşturmaların arasında. Uzağı göremez. Görmediğinin de farkında değildir. Eğer miyobunuzu fark edip tedavi edecek irfan ustalarından mahrum iseniz “hamdım, piştim, yandım” deyişi kurbağa misalinde olduğu haliyle tahakkuk eder. (gülüşmeler)
Question: Where do you think we should start as Muslims in order to live in harmony with the environment again?
Apologies to our flowers.
*This text was written on the occasion of an interview.